Skip to content
Bulunduğunuz sayfa: Anasayfa arrow Sosyal ve Kültürel Yapı arrow Geleneklerimiz
Geleneklerimiz Yazdır E-posta
Cumartesi, 05 Ocak 2008

Alucra yöresinde çocuklar, genellikle okul çağı öncesinde (4-7 yaş arası) ve mayıs ayı sonlarında sünnet ettirilir.(53)

Çocuk sünnet ettirilmeden önce, onun için “sünnet odası” hazırlanır.Çocuğun yatırılacağı yatak özenle süslenir. Yatağına yeni ve temiz çarşafın yanında, dantel ve balonlarla yatak güzelce süslenir.

Sünnet ettirilecek çocuğun kıyafetine özellikle özen gösterilir.Giyeceği elbisenin sünnet sonrasında onu rahatsız etmemesine dikkat edilir.

Sünnete davetli olarak, başta akraba ve komşu olmak üzere genel itibariyle bütün tanidiklar çagrilir. Bunun için de daha çok davetiye bastirma yöntemi uygulanir. Ayrica davetiyelerin üzerine, sünnet olacak çocugun resmi de konulabilir. Daha küçük birimlerde bu iş için belli bir kimseyle de çagri yapilabilir. Bu özellikleriyle sünnete çagri sistemi, dügünlerin çagri yöntemine çok benzemektedr.(53)

Gelen davetliler hediye olarak, genellikle para ve altın (özellikle çeyrek altın) takarlar. Yakın akrabaların takıları, sünnet olan çocuğa yakınlık derecesine göre değişebilir.

Sünnetçi olarak, 1985’lere kadar özel sünnetçiler yeralırken, zamanla yerlerini sağlık memuru ve doktorlara bırakmışlardır. Günümüzde “halk sünnetçisi” yok denecek kadar azdır.

Sünnet edenin halk dilindeki adı, “fenni sünnetçi” dir. Fenni sünnetçi, yürürlükteki sağlık yasalarınca belirlenmiş yetkili sağlık memurudur.(15)



 

3.1.6.1. Hasta Kişide Ölüm Belirtileri

 

Ölümü yakınlaşan kişide, zayıflama olur ve sararmalar baş gösterir. Nefes alış verişler seyrekleşir. Vücudun hareket kabiliyetleri oldukça azalır. Rüya görme ve sayıklamalar artar. 3.1.6.2. Ölüm Anında Yapılan Uygulamalar

Ölüm döşeginin yaninda su bulundurulur. Sebebi ise ölüm öncesindeki hararettin dolayi su ihtiyacinin belirmesi ve şeytanin bu durumu firsat bilerek kişiyi son bir kez aldatmak istemesi olarak bilinir.(42)

Ayrıca hastanın ölmeden önce son nefesinde kelime-i şehadet getirmesi için yanında bulunan hasta yakınları sesli olarak kelime-i şehadet getirip hastanın da getirmesi için telkinde bulunurlar. Ölen kişi ruhunu, gülümseyerek ve azap çekmeden teslim ederse cennete gider, azap çekerek ve bağırarak teslim ederse, amelinin iyi olmadığına inanılır. Gözleri açık olarak ölmüş biri, bir yakınına hasret gitmiş kabul edilir. Medfun eğer torunun torununu görmüşse cernetlik olduğuna kanaat getirilir.(14)

Hasta öldükten sonra ayakları ve çenesi bağlanır. Göleri kapatılır. Ayrıca ölünün kokmaması için üzerine gülsuyu serpilir. Şişmemesi için de üzerine bıçak konulur. Definden önce ölü yalnız bırakılmayıp yakın akrabaları nöbetleşe yanında beklerler.(15)

 

3.1.6.3. Defnetme

Hasta öldükten sonra hemen gömülmeyip uzaktaki yakınlarına haber verilir ve gelmeleri beklenir. Cenazenin fazla bekletimesi iyi karşılanmayıp, ne kadar çok bekletilirse o kadar çok azap çekildiğine inanılır. Genellikle o günün öğleden sonrası ya da bir sonraki günün öğlen namazına müteakip defin yapılır. Ölen kişilerin giysileri daha o gün ölenin hayrı için fakirlere dağıtılır. Bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra kalabalık bir gurupla vakit namazından sonra cenaze namazı kılınır ve ölü mezarlığa götürülürken yakınları ölünün salına girerler. Ölen eğer bayansa, ölüyü tabuttan mezara, ölünün en yakınları (na-mahrem) kor. Yine yakınlarınca, mezara kürekle toprak atılır. Sonra cemaatle beraber dualar edilip imam medfunla yalnız bırakılır.(14)

Önceleri, özellikle cemaat kalabalık olsun ve ölenin günahları hafiflesin diye mezarlık çıkışı kapısında "ısgat" adı altında para dağıtılırdı. Zamanımızda bu adet tamamıyla kalkmış bulunmaktadır.(42)

Mezar kazanlara, "ölü, kazma-kürek kokusu ile kokmasın." diye helva yapılıp dağıtılır. Ayrıca bunlara bir miktar kazma parası da verilir.(13)

Ölü defnedildikten sonra, mezarlığa ölünün yakınları olan kadınlar da gider. (Eskiden kadınlar yedi kat elbise giymeden mezarlığa gitmiyorlarmış. Şimdi de inanılmasına rağmen uygulanmıyan bir adettir.(13)

 

3.1.6.4. Defin Sonrası

Ölünün haftasında yemek yedirilir. Bu işleme “cumalık” denir. Ölüm olayından sonraki ilk cuma gününde (isteyen diğer cuma günleri de) helva yapıp dağıtır. Burada helvanın kokusunun ölüye gittiğine inanılır. (13)

Mezarlığın başına ağaç dikilir. Dikilen bu ağacın gölgesinden ölünün yararlanacağına inanılır. Mezarlık bir hafta boyunca toprağın taze kalması amacı ile sulanır.(13)

Defin sonrasında, ölü evinde bir süre yas tutulur. Bu yas günlerinde ölü evinde yemek pişmez. Yemek ihtiyacını komşular karşılar. Ölü evinde belli bir müddet (eskiden en az bir ay) radyo, teyp, tv. ve bunun gibi şeyler çalınmaz. Ölünün üstünden bir bayram geçinceye kadar ölü evinden izin alınmadıkça düğün ve benzeri eğlenceler yapılmaz.



3.2.1. Dini Bayramlar.

 

3.2.1.1. Ramazan Bayramı

Ramazan ayı boyunca, günlerin mahiyeti halkın genel havasından belli olur. Kırgınlık ve gerginlikler bu ayda kısmen yaşanmayıp, sakin bir ortam oluşturulur.

Eski ramazanlar kuşkusuz şimdikilerden çok daha güzel yaşanmakta idi. Karşilikli iftar davetleri olur, akabinde kalabalik gruplarla teravih namazi kilinirdi.

Şimdi de iftar davetleri yapilmakta ve eski bir takim gelenekler yaşatilmaya çalişilmaktadir. Teravih namazlarina yine eskisi gibi, kadin ve erkek beraber giderek sünnetlerini eda ederler. Ramazan boyunca isteyenler, özellikle merkez camide mevlidler okutur. Özellikle kadir gecesi çok heyacanli geçer ve sonrasinda Ramazan Bayrami'nin kipirtilari duyulmaya başlanir. Fitreler ödenir. Çocuklarin bayramliklari hazir edilir.

Bayram hazırlığı arefe gününe bırakılmayıp, son üç güne yayılır. Özellikle börek ve bilumum tatlılar için hazırlık bitmiş ve arefe günü fırınlardan çıkarılmış olur. En fazla börek, su böreği; tatlı olarak da baklava ve saroğ burma yapılır. Ayrıca geleneksel haşıl (keşgek ) ve sütlacın yanında sarma da sarılır.

Haşila ayri bir önem verilip, köylerde büyük kara kazanlarda içine tavuk eti de katilarak saç ayaginin üzerinde saatlerce büyük bir odunla kariştirilarak pişirilir.

Yemek olarak ayrıca; yahni, ayran çorbası ve taze fasulye gibi hafif yemekler de hazırlanır.

Arefe günü, ev ve çevre temizliği yapılıp o günün akşamı arefe banyosu yapılır.

Ramazan bayramı sabahı, her hane halkı erkenden kalkarak bayramlıklarını giydikten sonra toplu olarak bayram namazına giderler. Evde kalan bayan bireyler de, evin temizliği, düzenleme ve yemek durumlarına son şeklini verip bireysel hazırlıklarını yaparak ailenin diğer bireylerinin namaz sonrası gelmelerini beklerler.

Namaz öncesi, va‘az esnasında "Bir Ramazan Ayı'nın daha yaşandığının, geçen sene olup da şimdi aramızda olmayanların hatırlatılması ve daha nice Ramazan Bayramı'na hayırlısı ile kavuşulması.....vb." temenniler üzerinde durulur. Namaz sonrasında cemaat çıkmayıp cami içerisinde "musahafa" oluşturularak erkeklerin daha cami içinde bayramlaşması gerçekleşmiş olur. Musahafanın başı daima imam olur. Namaz çıkışında topluca mezarlıklara gidilip dualar ve belli sûreler okunur. Mezarlık çıkışında umuma yemek hazırlayanlar (özellikle dışarıdan gelenler ve misafir konumunda olanlar için) halkı yemeğe davet eder. Sora herkes kendi evine gidip aileleriyle bayramlaşır.

Kücüklerin, ayrı bir sevinci söz konusudur. Zira bayram harçlıkları daha sabahleyin toplanmaya başlanmıştır. Ramazan bayramında ayrıca çocuklar, ellerinde torbalarla ev ev dolaşıp şeker toplarlar.

Sabah kahvaltısı yapıldıktan sonra küçükler büyüklerin evine giderek bayramlaşırlar. Büyüklerin evi daima ziyaret edilen konumunda olur.

Artık, ilk günün öğleden sonrası komşu ve akrabalardan başlanılmak üzere bayramlaşılır. Evlerde misafirlere özellikle baklava ve haşıl ikram edilir.

İlk gün öğleden sonra ikindiye müteakip, ya da son iki günde mezarlıklar ziyaret edilip, kabirler başında Kur'an okunur. Özellikle Yâsin Sûresi ihmal edilmez.

Bu arada, dargınlar barıştırılıp fakir ve çocukların sevindirilmesine dikkat edilir.

3.2.1.2. Kurban Bayramı

Kurban Bayramı öncesi de, tıpkı Ramazan Bayramı'nın hazırlığı gibi tatlı, yemek ve giyecek hazırlığı yapılır.

Kurban Bayramı'nı Ramazan Bayramı'ndan ayıran en büyek özellik "kurban" hadisesidir. Hemen bütün halk üzerine kurban kesimi vacip olup olmamasına bakmadan kurban kesmeye çalışır.

Kurbanlıklar, aylar öncesinden hazıranır ve özel olarak beslenmeye başlanır.

İlk günün sabahında kurbanlar tekbirlerle kesilip (biliyorsa kendisi, bilmiyorsa baskasına), etin üçte biri hane de bırakılır, geri kalan üçte ikisi de fakirlere, akraba ve komşulara dağıtılır. Kurban etinden hemen kavurma yapılıp, gelen misafirlere ikram edilir. Kalanı da daha sonra kullanılmak üzere özel kaplarda bekletilmeye alınır. Kesilen kurbanın derisi genellikle camilere bırakılıp camilerin ihtiyaçları için kullanılır.

Kurban Bayramı'nda da tıpkı Ramazan Bayramı'nda olduğu gibi erkenden temiz elbiselerle camiye gidilir. Namaz sonrası musafaha ve topluca mezarlık ziyareti yapılır. Özellikle ilk günün sabahında bayramlaşmalar başlar. Bayram döt gün boyunca heyacanla devam eder.

Diğer bayramda olduğu gibi, bayramın hürmetine dargınlar barıştırılıp, fakir ve çocukların sevindirilmesine özen gösterilir.

Mezarlık ziyaretleri yapılır. Köy ve mahalle gençleri arasında karşılıklı futbol maçları tertip edilir.

Her iki bayramda da, bayramı memleketinde geçiremeyenler arasında ilk günün sabahı telefonla bayramlaşma merasimi yaşanır.

3.2.2. Millî Bayramlar

Başlica Milli Bayramlar Şunlardir:

- 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

- 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı

- 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı

- 30 Ağustos Zafer Bayramı .

Yörede millî bayramlar büyük bir coşkuyla geçer. Okullarda hazirliklar günler öncesinden başlar. Okullarin bando takimlari eksiklerini tamamlayip antremanlar yapar. Bu bayramlardan bir gün önce de gerek okullarin bando takimlari, gerekse diger ögrencilerin yürüyüşleri üzerine son bir deneme yapilir.

Bu bayram günlerinin sabahlarında kamu ve özel kuruluşlar Atatürk büstünün önüne saygı ile çelenklerini korlar. Halk, merasimin yapılacağı hükümet meydanında toplanır. Sonra da okulların bando ve öğrencileri ara caddede yürüyüşlerini tamamlayıp merasim meydanındaki devlet erkanının önünden geçerek kendilerine ayrılan yerlere intizamlı bir şekilde yerleşirler. Açılış konuşmasını kaymakam yapar. Sırasıyla askeri yetkililer ve diğer bazı devlet erkanları konuşmalarını bitirdikten sonra sıra öğrencilerin okuyacakları şiirlere gelir. Sonra okulların halk oyunları ekipleri gösterilerini tamamlarlar. Daha sonra da okulların

bando ve öğrenci grupları sırasıyla meydandan ayrılıp tören bitirilir.

Köy okullarında ise; bu törenler çok sınırlı bir çerçevede gerçekleştirilir. Okullarda bulunan az sayıdaki öğrenciler sıraya dizilip köylerin düzenli yollarında bayrak, resim ve panolar eşliğinde yürürler. Akabinde çikolata nevi yiyiceklerle bu bayramları sona erdirirler.

19 Mayıs ve Gençlik Spor Bayramı'na has gençlerin spor hareketleri yer alır.

30 Ağustos Zafer Bayramı'nda ise o günün gecesinde askerlerin tertibi ile fener alayı hazırlanır ve ana cadede yürüyüş yapılır..




Alucra yöresinde evlenmeler genellikle, erkeklerde 18-25 yaş arasi, kizlarda ise 12-22 yaşlari arasinda gerçekleşmektedir. Bu oran, okumuşluk seviyesine göre de degişiklik arzeder.

Evlenme çağına gelen geçler, evlenme isteklerini daha çok araya bir aracı koyarak, gerçekleştirirler. Direkt ana-babaya söylenmesi de normal karşılanır. Eskiden pilava kaşık saplama ya da babasının ayakkabısını eşiğe çevileme gibi metodlar uygulanmışsa da günümüzde bu adetler kalkmıştır.(Olaya mizahi unsur katmak isteyen gençlerin yer yer bu metodları kullandığına da şahit olunmaktadır). (42)

Elenme türlerinden sayılan "beşik kertme" adeti, eskilerde uygulanmışsa da günümüzde hemen hemen bu adete hiç rastlanmamaktadır.

Halk arasında kısmen de olsa, akraba eviliğini yeğleyenler mevcuttur. Bu yöntemden vazgeçilemesinin en büyük nedenleri; tarafların birbirlerini çok iyi tanımaları ve sahip olunan malın parçalanmama arzusudur. Ama son zamanlarda, sülale dışından evlenme temayülü kuvvetle kendini göstermektedir.

Yine evlenme adetlerinden saydığımız, "kız kaçırma" yöntemi sıkça rastlanan uygulamalar arasındadır. “Kız kaçırma” olayında, önce her iki aile de hiddet gösterirse de, umumi temayül, olaya rıza göstermek ve yeni eşlerin mutluğu arzusunu dilemek şeklinde gerçekleşmektedir. Çok nadir de olsa, tarafların ve özellikle de erkeğin kız tarafınca vurularak öldürüldüğüne de rastlanmaktadır.

Dul kadın veya dul erkekle evlenmeye rastlanmakta ve bu da normal bir vak‘a olarak karşılanmaktadır. Taraflardan birinin ölmesi ile gerçekleşen evlilikler daha mu‘teberdir.

Baldız veya kayın biraderle evlenmeye, köylerde kısmen rastlansa da merkezde yok denecek kadar azdır. Bu durum, daha çok belli kültürle donanmış sülaleler için geçerlidir.(42) Alucra'da, birden fazla kadınla evlenme (polygamy) 1970-1980 yılları öncesine kadar çok görülmüşse de, günümüzde geçerliliğini tamamiyle yitirmiş olup hoş karşılanmayan bir tutum arzeder. Ama yine de bazı köylerimizde tek tük de olsa çok eşli evlilikler gerçekleşmektedir.

İç güveysi evlilik türü, 20-25 yıl kadar önce sıkça gerçekleşmişse de, zamanımızda hemen hemen hiç olmayan bir hadisedir. İç güvey evliliğin en büyük nedenlerinden biri toplum içindeki dayanışmanın kuvvetli olması olarak görülmektedir.(49)

Evlenilecek kızda belli özellikler aranır. En başta, fiziki özellikleri itibariyle (kör,sağır vs.)kusursuz olması istenir. Ayrıca ailenin asil, kızın okumuş ve güzel olması da aranan unsurların en başında gelen özelliklerdendir.(53)

Alucra yöresinde evlenmeler, daha çok gençlerin kendi aralarında anlaşması ve büyüklerine bildirerek "dünür gitmesi" şeklinde gerçekliştirilmektedir. Bunun yanında tavsiye üzerine tanışma ve akabinde gerçekleşen evlilikler de yaygın olarak görülmektedir.(53)





 

3.1.1.1. Doğum Öncesi Adetleri

Kırsal kesimde yeni çiftlerin çocuğunun olmaması çevre tarafından hoş karşılanmamasına karşın, merkezde sosyal düzenin gerçekliğine binaen gayet normal karşılanır. (53)

Çocuğu olmayan kadınlar genellikle “kısır, çocuksuz, dölsüz veya kuru götlü vb.” isimlerle adlandırılır. Çocuğu olmayan kadın, çözümünü tıbbî sebeblerde arayıp doktora giderse de ruhî tatmin için hocaya da gidebilmektedir. (37)

Çocuğu olmayan erkek, çevresince yadırganmaz. Genellikle çevresine karşı lütufkârdır.

Hamile bir kadın, hamile olduğunu genellikle iştahsızlık, istifar etme, yemek kokularından tiksinme ve beraberinde getirdiği mutfağa girememe, adet kesintisi ve ayrıca fizikî dengesizlikler gibi değişikliklerden hamile kaldığını tahmin eder. Daha sonra bu kanaatini, başta kocası ve en yakın akrabaları olmak üzere duyurmakta be‘is görmez. Hamile kalan kadına genellikle “hamile, yüklü, gebe, çocuklu” gibi sıfatlar atfedilir.(15-16)

Doğacak çocuğun, her zaman olmamakla birlikte daha çok erkek olması istenir. En büyük sebebi, soyun devamı istemek ve köylerde iş gücü gereksinimi ihtiyacını karşılamaktır.

Doğacak çocuğun güzel olması için; güzel çocuklara bakma, tatlı yemeye özen gösterme, ğöğüs üzerine gül ya da çiçek koyma, ya da çocuğun özürlü olmaması için Alah’a (c.c) dua etme gibi pratiklere başvurulur. oğacak çocuğun selahiyeti için özürlü kimselerle alay edilmemesine dikkat edilir.(37)

Çocuğun cinsiyetini doğmadan önce anlamak için, gebelik durumuna bakılır. Eğer karın sivri ise erkek, basık ise kız olacağına işarettir.(16)

Hamile kadının sağlığı, dolayısıyla doğacak çocuğun sıhhati için gebe olan kadının hemen bütün istekleri yerine getirilir. Mesela: Canının çektiği bütün yiyecekler hizmetine sunulur.(37)

Doğumdan önce çocuk için bazı hazırlıklar yapılır. Bunlar: Zıbın (giysi), tulum (iç çamaşır), dış çamaşır, ayğa patik, kazak, yelek, fes örme, yatırılacağı beşik başlıcalarıdır.(37)

Doğumu, merkezde ve merkeze yakın köylerde doktor ve diplomalı ebe yaparken, merkeze uzak yerleşim yerlerinde ebe yoksa, bu iş için tecrübeli kadınlar vazife alır.

Hamile kadının doğum zamanının geldiği genellikle, sancıların başlamasıyla anlaşılır ve derhal hazırlıklara başlanır.(53)

 

3.1.1.2. Doğum Anındaki Adetler

Hamile kadının sancısı başladığında, hemen hekime başvurulur. Doğumun zamanı gelmişse, tıbbî müdahale yapılır. Doğum güçleştiğinde ya da geciktiğinde hamilenin yakınlarınca, hamile kadına belli şakalar yapılır. Mesela: “Camış sütünün yoğurdunu mu yedin?” gibi espri yüklü hayıflanmalar yapılır.(15-16)

Çocuk doğduktan sonra arkasından gelen parçaya “eş” ya da “son” denir. Doğumdan sonra bu parça gömülür. “Eş”in düşmesi gecikirse, hamilenin karnına dikkatlice bastırılır ve “ıhınması” istenir.(37)

“Göbek kordonu”, daha çok makas ile kesilir ve “eş”le beraber gömülür (kurutulup saklandigi da olur). “Göbek kordonu” kesildikten sonra, çocugun göbeginin çikmamasi için göbege “ilik” konabilir. Çocuk dogunca aglamiyorsa, arkasina vurularak aglatilir ( dilsizlik gibi kusurlu olmamasi da düşünülür). Ayrica çocuk “isirik” ya da “höşürük” (dogum sonrasi çocuktaki diş zar) olmasin diye üç gün ardarda tuzlu su ile yikanir.(37)

 

3.1.1.3. Doğum Sonrası Adetler

Yeni doğum yapmış olan kadına, genellikle “lohusa” veya “emzikli” denir. Doğum sonrasında “lohusa” , kendisi için hazırlanan özel yatakta yatırılır. Çocuk kısa bir süre için annesinin yanında yatarsa da, daha sonra kendisi için hazırlanan beşikte yatırılır. (Eskiden çocuğun sağlığı için, höllük ya da kül zemin kullanılırmış).(37)

Lohusa, hiç bir iş yapmadan genellikle yataginda 5 gün kadar yatarak istirahat eder.

Çocuğun doğumunda, hemen herkes babaya ya da eşlerin büyüklerine müjde verebilir. Bu müjdesi karşılığında da mükafatlandırılır. Verilen bu mükafat, bebeğin cinsiyetiyle ilgili, beklentiye göre değişebilir.

Çocuk doğduğunda, ilk olarak anne ya da babasının kucağına verilir. Çocuğu ilk kucağına alan, çocuğun kulağına ezan okur (bu genellikle baba olur) ve ciğerlerinin büyük olması için, çocuğa zarar vermeyecek şekilde şamarlar.(37)

Doğumu yaptıran ebeye hediyeler verilir. Bu hediyeler, paranın yanında tülbent, elbiselik, peştembal, çilt gibi kullanıma hazır eşyalardır.

Doğum öncesinde, gerek doğumun, gerekse çocuğun sağlıklı olması için adak adayan çiftler, doğum sonrasında hemen kurban keser.

Doğumdan sonra çocukları yaşamayan aileler, doktora, bunun yanında belli hocalara başvurarak tedbirler almaya çalışırlar.

Doğumdan sonra, lohusanın sütünün bol olması için lohusa olan kadının yiyeceğine özen gösterilir. Özellikle ayran çorbası, tatllı yedirilip nazardan korunulmaya çalışılır. Bütün bunlara rağmen lohusanın sütü yetersiz olduğunda, nazar değmiş olması ihtimali ile herhangi bir hocaya okutulur.

 

3.1.1.4. Doğumla İlgili Çeşitli İnanmalar Ve Uygulamalar

 

3.1.1.4.1. Ad Verme

Çocuk doğduktan sonra, eğer danışılacak kimse yoksa hemen isim konulur. İsmin konmasında daha çok anne-baba, daha sonra da eşlerin büyükleri rol oynar.(53)

Ad konurken, genellikle dede gibi büyüklerin yanında, dinî şahsiyetlerin (özellikle Peygamberler) ismlerinin konmasına özen gösterilir. Ayrıca konulan ismin Kur’an’da geçip geçmemesine de dikkat edilir.

Artık çocuğunun olmamasını isteyen aileler en son doğan çocuklarına genellikle “Songül, Soner, Yeter, vb.”gibi isimler verirler.

Çocukları hep kız olan aileler, gene kız çocuğu olunca bir sonraki doğacak olan çocuklarının erkek olması için en son doğan kız çocuğuna, “Özlem, Arzu, Hasret, Duygu, vb.” gibi adlar korlar.

Çocukları erkek olanlar yine oğulları olunca, bir dahaki doğacak olan çocuklarının kız olması için en son doğan erkek çocuğuna, “Umut, Arzu, Hasret, Duygu, vb.” gibi isimler verirler.

 

3.1.1.4.2. Lohusa ve Çocuk Görme

Lohusa ve çocuğu görmeye akraba, yakınlar ve komşular ilk gün ya da sonraki günler gelirler. “Geçmiş olsun.” ya da “Hayırlı olsun.” gibi temennilerde bulunurlar.

Lohusa ve çocuğu ilk defa görmeye gelenler, beraberlerinde altın takı gibi hediyeler getirirler.(Önceleri elma, portakal, süt, pişi, katmer, vb. hediyeler de getirilirmiş). (15)

Ziyarete gelenlere ev halkınca ikramda bulunulur. Özellikle çocuğu olmayıpta çocuk isteyen ya da çocuk beklentisi olan ziyaretçilere kurban etinden ikram edilir.(16)

Ziyarete gelenlerin çocuğa ya da lohusaya nazarlarının değmemesi için, genellikle nazar boncuğu takılır. (Eskiden tavuk dışkısını bir beze dolayıp çocugun yattığı yerlere ya da omuzuna iliştirildiği oluyormuş). Nazar boncuğununun yanında nal da kullanılır.

Anne, doğumdan sonra kendini toparladığında yavaş yavaş normal yaşama katılsa da çocuk kırkı çıkmadan, evden dışarıya çıkarılamaz.

 

3.1.1.4.3. Al Karısı, Al Basması

“Al karısı” halk arasında, çocuğu boğarak öldüren bir canlı olarak kabul edilir. “Al karısı” hane halkına, onların tanıdığı birinin tasvirine girerek görünebilir. Bir şekilde; sinek, kedi, köpek biçiminde evin içine girip, daha sonra da cismaniyetçe büyüyebildiğine inanılır.(49)

“Al karısı”nın yerli dildeki karşılığı “Karabasan” dır. “Al karısı” lohusa halindeki kadına ve henüz kırkı çıkmamış cocuğa musallat olup onları boğarak öldürmeye çalışır.(49)

Halk arasında kırkı çıkmamış cocuğu “Al karısı”ndan korumak için, beşiğin yanına erkek ceketi asılarak, onu koruyacağına inanılır. Kırkı çıkana kadar, oda aydınlık olur. Ayrıca cocuğun yanına kur’an, iğne, süpürge ya da koynuna ekmek koyma gibi pratikler de uygulanır.(15)

Bu tehlikelere karşi lohusa ve cocuk yanliz birakilmaz ve 24 saat yaninda birileri olur. Genelde erkek tercih edilir. Bütün bu önlemlerin yaninda, bir hoca tarafindan okutularak yatagin başina”nuska”ya da kur’an-i kerim iliştirilir.(37)

Al basmasına uğrayan cocuğa “ecürük”(zayıf, çelimsiz) denir. Ecürük olan çocuk sakin durmayıp tedirgin olur va sıkça ağlar.(49)

Bütün tedbirlere rağmen, al basan lohusa ve çocuk, bu etkiden korunmak

için evliya ocaklarına götürülür ve hocalarca okutulur.

3.1.1.4.4. Kırk Basması

Kırk basması, bir kırklı çocuğun; yani, henüz kırkı çıkmamış çocuğun başka bir kırklı çocuğu basmasıdır (hasta ya da zayıf düşürmesi gibi). (37)

Lohusa ve çocuğa kırk bamaması için, başka bir lohusa ve kırklı çocuğun aynı mekanda bulundurulmamasına dikkat edilir.

Iki kırklı loğusa, bütün tedbirlere rağmen karşılaştıklarında, kırk basmaması için, üzerlerinde bulundurdukları çengel iğneleri değiş-dokuş ederler. Bütün önlemlere rağmen, çocuğu kırk basarsa; lohusanın giydiği elbiseden bir parça kesip çocuğun ayağının altına konur ve çocuk yıkanır. Farklı bir metod olarak da bu bez parçası yerine çocuğun ayağının altına et konulup (özellikle kasaptan alınan et) yıkanmasıyla, çocuğun kırk basmasından kurtarılacağına inanılır.(16-37)

 

3.1.1.4.5. Kırklama

Kırklama; doğumdan sonraki ilk kırk güne verilen addır. Kırklama, lohusa ve bebeğin iki günde bir yıkanıp kırk günün tamamlanması şeklinde yapılır.(37)

Kırklamanın yerli dildeki karşılığı, “gırhlı” dır. Kırklamanın yapılışı şu şekildedir: Kırklamada kullanılacak su, kevgürden (elekten) Fatiha ve İhlas sureleri okunarak yedi kez geçirilir. Sonra bu suyla çocuk yıkanıp, yüksek yere konur ve üzerine yorgan konulur. Yorgan konmasının başlıca sebebi, çocuğun büyüdüğünde ağır başlı olmasını sağlamaktır. Kırklamada kullanılan bu suyun, her defasında odanın dört bir yanına serpilmesi devam eder. Lohusanın kırkıncı gün gusletmesiyle, kırklama süresi sona ermiş olur.(37)









Son Güncelleme ( Çarşamba, 08 Ağustos 2012 )
 

Mobil Aidat

Mobil Aidat

Üye Girişi

Üye Girişi

Atatürk Köşesi

Duyurular



DÜĞÜN GÜNLERİ

DÜĞÜN NİŞAN GÜNLERİNİZİ BURDAN YAYINLAYALIM



Ziyaretçi Defteri

Son Yazılan Mesaj
nuri
selaattin SÜLEYMANOĞLU'NA HAYIRLI UĞURLU
Ziyaretçi Defteri - Görüşleriniz bizim için değerlidir...

Kaybettiklerimiz

Sanal Mezarlık

Chat

Herkes burada, sen neredesin?
Chat
Chat için üye girişi yapmalısınız!
Üye Ol

Okuyucu Yorumları

  • Allah kabul etsin. Makamı Cennet inşallah.
  • Bir iğdecikli olarak O'nunla gurur duyuyorum. Rabb...
  • okun duğunu bilelim her okuduğun haberin altına yo...
  • öncelikle başkanımıza ve ekibine başarılar dilerim...
  • EY ALUCRALIYIM DİYE GEÇİNEN İSTANBUL DA YAŞAYANLAR...

Dinimiz İslam

Kur'an-ı Kerim Dinle






































































































































































 
KDS Konsepti | COMPETAN Bilgi Teknolojileri | Profesyonel Web Projeleri - Web Tasarım - Hosting - Alan Adı Tescili - Köy Dernek Sitesi - Köy Sitesi - Dernek Sitesi -  - Köy Dernek Web Sitesi - Köy Web Sitesi - Dernek Web Sitesi - Kişisel Web Sitesi - Şirket Web Sitesi - Kişisel Site - Şirket Sitesi - Şahıs Sitesi - Şahıs Web Sitesi